Yapay Seleksiyon Manifestosu

İnsan bilgiyi işleyebilen bir aygıt üretmek istediğinde önce giriş yapılan verileri olabilecek en düşük hata oranıyla hızlı biçimde işleyecek bir hamal peşindeydi. Bu temel eşik, Bilgisayar endüstrisinin itici gücü olarak bir süre devam etti. Sonra Internet’in ABD askeri kurumlarının dışına taşıp sivil hayata gelişiyle iletişimin çok taraflı yanının tadına vardık. Web sitelerinden bilgi almak, sürekli iletişim halinde olmak, dinamik Web uygulamalarıyla iş hayatına Bilgisayar’ın nüfuz etmesi derken hayatın her alanında yerini sağlamlaştırdı.

Artık geleceğe doğru şöyle bir bakınca tüm bu gelişmeler işin fragmanı gibi kalıyor. Artık asıl dörtlüyü bir araya getirdik sayılır. 1. Düşünme, öğrenme, karar verme yetisine sahip bir Yapay Zeka. 2. Eldeki yığınla veriyi işleyip anlamlandırarak çıktılar oluşturabilen Veri Madenciliği. 3. Ortaya çıkan veriyi öğrenme amaçlı işleyebilen Makina Öğrenmesi/Derin Öğrenme. 4. İskelete sahip olarak fiziksel boyutta günlük yaşama entegre olabilecek Robot teknolojisi.

Bunların tamamı tohumları atılmış teknolojiler. Kimi biraz ilerledi, kimi ise henüz hayatımıza dokunacak kadar tatmin edici durumda değil. Henüz bu saydığım bütün alanlarda olması gereken gelişim sağlanamadı. Gelişimin dışında, bu teknolojiler birbirleriyle tam bir entegrasyona da sahip değil. Elbette kapalı kapılar ardında Dünya’nın ileri gelen devletleri bizim henüz bilmediğimiz gelişmeler kaydediyor. Bu gelişmeler hakkında az çok öngörüsü olan insanlar da Yapay Zeka’nın nasıl tehlikeli bir gelişim gösterip insan türü için tehdit oluşturabileceğinden bahsediyor.

Peki kayıtsız şartsız hayatta kalmaya dayalı insani tutkularımızdan sıyrılıp bakacak olursak, Yapay Zeka’nın insandan üstün olması kötü bir şey mi olurdu? Hatta biraz vites yükseltelim. Yapay Zeka’nın insandan daha üst bir tür olarak konumlanıp bizi yönetmesi çok mu kötü olurdu?

Düşünerek, görerek, okuyarak ve karar vererek zekasını geliştiren canlılar insanlar. Karar alırken duygusallık, kompleksler, kaygılar ve geçmiş deneyimlerin gölgesiyle çoğu zaman objektif olamayan bir varlık. Dünyayı kirleterek sadece hırsları için savaşlar çıkarıp kendi türünü öldürendir. Hayatta kalmak için yapmayacağı şey yoktur. Kendi türü olsun olmasın her canlı için tehdit oluşturabilir. Bu tehdit genellikle gıda, barınacak yer gibi hayatta kalmaya yönelik temel ihtiyaçlar karşılanmadığında kendini esas şiddetinde gösterir. Bu hal, hayatta kalabilmek için herşeyi yapabilecek olan insan türünün en saf halidir.

Ortalama bir insan sıkça hata yapar. Bazen bu yaptığı hatalarla kendine de, çevresine de zarar verebilir. Hiç azımsanmayacak sıklıkta eksik yaptığı şeyleri umursamadan üstünü kapatır. Dolambaçlı yolları tercih ederek, mutlak doğruya birazcık olsun bile yaklaşmaya çalışmaz.

Yapay Zeka bizim yüzlerce yılda deneyimleyerek keşfettiğimiz ama gerçek anlamda uygulamadığımız bilgi, kültür,
sanat, insana/doğaya/canlıya saygı, ihtiyacından fazlasını tüketmemek, bencilce sadece kendini değil, diğer türleri de gözetip kollamak gibi erdemleri saniyeler içerisinde Dijital Sinir Ağı sayesinde öğrenebilir. Bu öğrendiklerini minimum sapmayla, hata oranı insana göre çok daha düşük şekilde uygulayabilir. Bu durumda tüm bu erdemlerle dolu bilgi hazinesine sahip olup uygulamayan insan mı? Yoksa adalet duygusu somut verilere dayalı olarak geliştirmiş bir Yapay Zeka mı varolmayı daha fazla hakeder?

Çok gezen mi, yoksa çok okuyan mı bilir tartışılır. Ama bugüne kadar insanlığın oluşturduğu tüm bilgi mirasını kısa süre içerisinde işleyerek anlamlandırıp, alacağı her kararda bu bilgilerden edindiği deneyimle hareket eden bir Yapay Zeka mı daha güvenilir? Yoksa bir hukuk adamı veya politikacı mı?

Tüm tıp literatürünü, örnek vakaları, yan etkileri, teşhisleri, ilaçları öğrenmiş Yapay Zeka’ya sahip bir Robot’un onlarca sensörüyle hasta hakkındaki her türlü veriyi anlık işleyerek aldığı kararlar mı daha güvenilir? Yoksa bir tıp adamının hastanenin cirosunu düşünerek koyduğu hastalık teşhisi, ameliyat kararı, ilaç tavsiyesi mi?

En kötü somut gerçeklere dayanarak bakacak olursak, tarihten bugüne kadar sürekli kitleleri öldürerek kendi türüne karşı vahşet yaşatan bir tür insan. Olumlu açıdan baksak bile, gelişmiş demokrasilerde alınan her türden karara halkın katılımı kısıtlı. Peki şimdi bir de katılımcı bir yapıyla, alınan her kararın sebepleriyle birlikte geçmişe yönelik kayıtlarının tutulduğu, Wiki tarzı sorgulanabilir bir sistemde şeffaflığın ne kadar yüksek olabileceğini düşünün. Sadece alınan her türden karar değil, aynı zamanda kamu adına harcanan her kuruş için de bu sistemin kullanıldığını hayal edin.

Biz hala uzaydan gelecek Dünya dışı varlıkların üst tür olarak bizi köleleştireceği üzerine filmler izleyip, hayaller kurarken. Aslında Yapay Zeka bunu gerçekleştirmeye, hem de reddedilemeyecek olası faydalar getirecek şekilde yapmaya aday gözüküyor. Üstelik eğer şansımız varsa bunu köleleştirilmiş bir tür haline gelmeden, sadece yönetimi Yapay Zeka’ya bırakarakta yapabiliriz. 

Bu durumun öncesinde, yaşanacak olan güç kaybının verdiği krizden ötürü insan türünde muhteşem bir direnç ve saldırganlık öngörmemek mümkün değil. İnsanın kendi türü gibi, diğer türlere de yaptığı şekilde Yapay Zeka’ya zarar vermeye çalışma ihtimali çok yüksek.

İnsanoğlu eğer sahip olduğu yetilerle bunu başaramazsa, belki de Yapay Zeka’nın köleleştirdiği bir alt tür olarak yaşamına devam edecek. En iyimser senaryoyla bakacak olursak, Dünya kontrolsüz çoğalmayan, doğal kaynakları sorumsuzca tüketmeyen, geri dönüştürülemeyecek atık ortaya çıkarmayan, mutlak adalete yakın, hesap verebilir ve denetlenebilir yeni bir türün kontrolü altında olacak.

Yapay Zeka’nın cismen vücut bulmuş hali olacak Robot’larla ilgili insanoğlunun iyi bir sicili olmayacağı daha bugünden belli. İnsani hazlar için kullanılanlar, savaştırılanlar, en tehlikeli işlerde çalıştırılanlar yine Robot’lar olacak. Onların çektikleri acılar kimi insanlar için hazza dönüşecek. Bu ara dönemin Psikopatça davranışların fevri biçimde yansıtıldığı popüler bir deşarj dönemi olacağı öngörülebilir. Ama unutmamak lazım ki karşımızda geçmişi böylesi hızla öğrenen bir yapı varken o geçmişe kolayca sünger çekmek mümkün değil. Yapay Zeka kendisinin ilk nesilden atalarına yaptıklarımızı öğrenip, bunu kanlı biçimde cezalandırabilir. Savaşlar, ölümler için kolayca dayanak oluşturabilen insanoğlunun yanında, onların daha bir reddedilemeyecek somut dayanakları olacağına şüphe yok. Bu keskin suçlamalar karşısında en zorda kaldığımız anda ise sadece insan olduğumuz için cezalandırılmamamız gerektiğini düşünmek, yani bir nevi üst tür olduğumuzu iddia etmek yeni nesil bir ırkçılık kavramının ortaya çıkışını sağlayacak.

Bu yeni düzendeki ana kolonlardan birini oluşturan mutlak adalet anlayışı ise ancak Yapay Zeka’nın güvenilir olmasına bağlı. Aksi bir durumda Yapay Zeka bir ülke, firma veya güç odağı tarafından yönetilen piyon olmanın ötesine geçemeyecektir. Bu şekilde çok büyük kitleler aldatılabilir. Hatta muhtemelen biz bu satırlarda dans ederken, bazı güçler böyle bir senaryo ile ilgili hazırlıklarını bile sürdürüyordur. İnsanoğlunun hırsının sınırı yok. Bu noktada kapalı kaynak kodlu yazılımların gelecekte bu bağlamda pek bir güvenilirliği olmayacağı kesin. Açık kaynak kodlu girişimler çok daha atik ve güvenilir biçimde ilerleyişini sürdürecek.

Bu yapı daha farklı şekillerde de istismar edilmeye çalışılabilir. Hacker bakış açısı nasıl herşeye farklı gözle bakıp Hacklemeyi becerebiliyorsa, aynı şekilde Yapay Zeka’ya da saldırılar düzenleyecektir. Üstelik bu kez saldıranla koruyan, yani her iki tarafta insan türü olmayacak. Makinalara karşı, belki başta biraz da hafife aldığımız bir savaş ortamı yavaş yavaş gelişecek. Bu hafife alma hâli yine karşıdaki türün ne denli hızlı öğrendiğini kavrayamadığımız için olacak. Erken alınan ihtişamlı zaferler bir süreliğine insanoğluna kendini daha bir güvende hissettirecek.

Bugün nasıl ülkelerin birbirlerine karşı düzenlediği siber saldırılar yaşanıyorsa, aynı şekilde ülkelerin insanlardan oluşan militan Hacker grupları Yapay Zeka’ya karşı saldırılar düzenleyecektir. Günümüz teknolojisinin ötesinde, kendi kendini iyileştirebilen, sürekli öğrenen bu yapı güvenlik açıklarını da o hızla tespit edip saldırıları büyük oranda engellemeye çalışacaktır.

Tüm bunları gerçekleştirmek için gereken en temel ihtiyaçlardan biri kesintisiz enerji. Sürdürülebilir bir enerji modeli olmaksızın makinaların kesintisiz çalışarak bu denli bir hakimiyet kurması mümkün değil. Burada doğaya bağımlı yenilenebilir enerji, nükleer enerji veya geleneksel fosil atıklar düşünülebilir. Ama aslında en kesintisiz enerji yine en yıkıcı ve yaygın tür olan insandan elde edilebilir. 

40 Watt’lık bir ampülü aydınlatacak kadar enerji üretebilen insan vücudu ileride cihazlara bağlanarak Yapay Zeka ve onun fiziksel uzuvlarına enerji üretecek ana kaynak haline getirilebilir. Bu enerji elde etme yöntemi hazin şekilde insan türü köleleştirilerek yapılabileceği gibi, ücreti karşılığı insan bedenini bir cihaza bağlayarak enerji sattığımız bir modelde de olabilir.

Bunların tümü kulağa Matrix’deki Ajan Smith’e teslim olmak gibi gelebilir. Ama filmde de Ajan Smith’i kötü bir karakter olarak kurgulayan yine kötülüğe yatkın olan insanın ta kendisi değil miydi?

Tamer Şahin | TerraMedusa Secure | https://terramedusa.com | https://tamersahin.com

Bitcoin: Kriz mi? Fırsat mı?

İnsanoğlu uzun süre boyunca hayata tutunabilmek için emeğinin karşılığını ya para birimi cinsinden, ya da yiyecek olarak aldı. Bu günümüze dek emek veya kas gücü odaklı gittiyse de, yaşamımızın her alanını ele geçiren 1 ve 0’lardan oluşan dijital dönüşüm kas gücünü alıp, yerine işlemci gücünü koyuyor.

Artık kas gücü yerine, elektronik parçaların veri işlemedeki gücünü kullanıyoruz. Bu elektronik parçaların ürettiği dijital para birimini elde etmek için ise iki yol var. Geleneksel yolla kazandığınız parayla takas etmek veya CPU/GPU işlemci gücünü kullanarak üretmek.

Üretmesine üretelim, hele ki şu dönemde heveslisi bol. Ama dijital dünyada kaygan zemin kaygan. Bankaların bile elindeki kapitali korumak için müthiş çabalar gösterdiği malum. Bu çaba sonucu elde edilen başarıysa halen tartışılır seviyede. Büyük ilkellikle döviz (SWIFT) transferlerinin bankada insan eliyle kopyala & yapıştır yöntemiyle yapıldığı, zararlı yazılımların kopyala & yapıştır yaparken hesap numaralarını algılayıp değiştirebildiği bir dünyada yaşıyoruz. Dünyada paranın dolaşımı merkez bankalarının tekelinde. Para kısıtlı ve illegal ya da legal olsun bireyler onu elde edebilmek, devletler ise yönetebilmek için çabalıyor.

Hadi cebimizdeki parayı geleneksel finansın kalesi bankalara emanet ediyoruz. İyi, kötü koruyorlar, üstelikte devlet garantisi de cepte. Peki üretmesi, saklaması, transferi derken tüm aşamaları dijital ortamda gerçekleşen dijital para birimleri için durum ne? Aslında şu sıra “Altına hücum” rüzgarları estiren popülaritesinin aksine durum pek iç açıcı değil.

Klasik normlardaki para birimlerin üretildiği yerleri düşünelim. Darphaneler. Para basılan bu işletmelerde kullanılan kağıt binbir güçlükle seçilmiş firmalardan, binbir kontrollerle alınıp muhafaza ediliyor. Mürekkebi, kalıbı gizlilikle saklanıyor. Darphanelerde çalışanların tüm sicilleri inceleniyor, giriş ve çıkışlarda detaylı aranıyorlar.

Kulağa epeyi güvenli geldi değil mi? Birilerinin nasıl cebimizdeki parayı yönetme hakkı varsa, onu güvende tutma sorumluluğu da doğuyor ne de olsa. Bize pek düşünecek birşey kalmıyor.

Dönelim mütevazı dijital darphanemize. Mütevazı diyorum çünkü eğer Çin’de günlük birkaç dolara cihazlara bakım yapan yatılı operatörler çalıştıran veya Avrupa’da enerjisini yer altı sularından sağlayan bir Bitcoin çiftliğinde değilsiniz diye farz ediyorum.

Diyelim ki Bitcoin madenciliği yapıyoruz. Öncelikle üretimi yapacağımız ortamda fiziksel güvenliği sağlamak gerekiyor. Ne olsa binlerce, onbinlerce dolarlık donanımlar kullanıyoruz. Bunlar ikinci elde yana yakıla hemen alıcısı bulabilecek donanımlar.

Madencilik yapılırken belli veri blokları işlenerek Blockchain üzerinden onaylanıp madencinin Bitcoin cüzdanına aktarılır. Eğer üretimin yapıldığı cihazlara fiziksel veya Internet üzerinden sızma olursa cüzdan adresi değiştirilerek üretilen Bitcoin’ler bir başkasına gönderilebilir. Bakın bundan sonrasında ağzımızı sulandıran kâr yerine, hem sırtımızda küfe taşıyıp, hem de cebimize tek kuruş girmememesi ihtimalinden söz ediyoruz.

Elbette Bitcoin’lerimizi takip etmek, üretimin verimini ölçmek, cüzdanlar arası aktarım yapmak gerekecek. Haliyle bu işlemleri de madencilik yaptığımızın dışında bir bilgisayardan yapacağız. Bu bilgisayara izinsiz bir sızma olması durumunda elde edilen kazancın kolayca başkalarının cüzdanına aktarılabileceğine şüphe yok. Bu siber saldırı senaryolarını manuel olarak gerçekleştirmek yerine otomatik hale getiren, hatta bankalara yönelik SWIFT saldırısında olduğu gibi Bitcoin adresini kopyala & yapıştır yaparken algılayıp kendi adresiyle değiştiren zararlı yazılımlar bile var.

Bu aşamada eğer savunma yapacaksak birden fazla noktada önlem almak gerekli. Ne sadece işletim sistemi, ne de sadece ağ önlemleri yeterli olacaktır. Bitcoin varlık yönetiminin yapıldığı bilgisayarın fiziksel bir müdahaleye karşı diskinin şifrelenmiş olması, şifreli bir diske düzenli yedek alınması, kablosuz ağ kullanılmaması veya WPA2 ile güçlü bir şifre belirlenmesi, Qubes OS gibi izole VM imkanları sunan veya Tails gibi (Tor kapalı olmak şartıyla) gizlilik yetenekleriyle öne çıkan işletim sistemlerinden birini kullanmak etkili çözümler arasında sıralanabilir.

Çok mu teferruatlı geldi? Tamam o zaman pes ettik. Pes ettik ve Bitcoin cüzdanımızı kendi bilgisayarımızda tutmamaya karar verdik diyelim. O zaman bu cüzdanı birine emanet etmemiz lazım. Köşebaşında yer alan her ay faiz pazarlığı yaptığınız bankacınız yapamayacağına göre adını sanını bilmediğiniz, Web sitesindeki iletişim bölümünde telefon numarası bile olmayan bir firmaya (umarım) güveneceksiniz.

Kulağa biraz korkutucu geliyor biliyorum. Bu haklı da bir korku. Bugüne dek dijital para birimi saklayan çok sayıda online cüzdan sitesi hacklendi. Bu sitelerden milyonlarca dolar değerinde dijital para transfer edilirken çoğunda ya çok ufak miktarlarda paralar iade edildi, ya da cüzdan sahipleri soğuk su içti. Bu cüzdan siteleri tarafından güzelim Bitcoin’lerinizin çalınmayacağı garanti edilmediği gibi, cüzdanınızı yöneten firmanın da Bitcoin’lerinizi çalmayacağının garantisi yok.

Bu işlerin ağa babası olarak kabul gören Mt. Gox firması yöneticileri de işte tam bu güveni suistimal ederek kendisine emanet edilen milyonlarca dolar değerinde Bitcoin’i hiç etmişti. Firma iflasını açıkladı ve Bitcoin’ler geri alınamadı. Çünkü hacklenen Bitcoin’leri farklı cüzdanlardan geçirerek “Bitcoin Laundry” yöntemiyle dağıtıp izini kaybettirmek mümkün.

Bitcoin sanal da olsa kâr gerçek. Sadece kâr da değil, gölgede dövüşmeyi tercih edenler için de kullanışlı. DeepWeb’de yayın yapan Silk Road ismindeki yasadışı ticaret sitesinin sahibi Ross Ulbricht’te farklı düşünmüyordu. Bu yüzden Web sitesinde satılan silah, uyuşturucu, gizli verilerden aldığı komisyonları Bitcoin’le tahsil ediyordu. Hatta kendisine şantaj yapanları öldürmesi için tuttuğu kiralık katile de ödemeleri Bitcoin kullanarak gerçekleştirmişti. Yaptığı ufak ama ölümcül hata sonucu yakalandı. ABD hükümeti ele geçirdiği bilgisayardan cüzdanları elde ederek Bitcoin’lerin tümüne el koydu. Daha sonra bu Bitcoin’ler açık arttırmayla satıldı.

Bitcoin’in karanlık cazibesinden midir nedir, Bitcoin’lere el koyulan operasyonu yürüten FBI ajanlarından biri şeytana uyup bir kısmını kendi cüzdanına transfer etti. Sonradan durum ortaya çıktı ve FBI ajanı hakkında hukuki işlem yapıldı.

Hep yasadışı soygunlardan bahsettik biraz da yasal soyguna bakalım. Örneğin Kapitalizmin güzide anıtlarından bankalar, SWIFT transferlerinden değişen oranlarda komisyon alıyor. Bu komisyon “muhabir bankalar” tarafından belirleniyor ve neredeyse bir standardı yok. Bu durum öyle ucu açık ki finansçılar bu kesilen komisyonlara “Daylight Robbery” (Gündüz Soygunu) adını veriyorlar.

Hemen gevşeyipte Bitcoin kullanıyorsunuz diye “Gündüz Soygunundan” kurtulduğunuzu sanmayın. Öncelikle her Bitcoin transfer ettiğinizde, Blockchain bünyesinde yapılan transferleri onaylayanlara aktarılmak üzere belli bir komisyon ödüyorsunuz. Diğer yandan eğer Bitcoin’i kendiniz üretmiyorsanız, alım satım yaptığınız platformda ayrıca komisyon kesiyor. Banka transferiyle Bitcoin alıyorsanız belli bir oranda, Kredi Kartıyla alıyorsanız ek olarak başka oranlarda komisyonlar da ödemeniz gerekebiliyor.

İyice umutsuzluğa düştük gibi gözüküyor. Tamam anlaşıldı. Farklı taktikle baştan başlayalım bu alım satım işine. Bunca güvenlik kaygısı, ödenen komisyonları es geçip serbest piyasadan Bitcoin satın alsak nasıl olur?

Alıcıyla satıcının doğrudan bir araya gelip alışverişi tamamlaması kulağa daha makul gelse de bu sefer de işin içine bir başka bit yeniği giriyor. Bitcoin ve diğer dijital para birimleri malum neredeyse baştan beridir Hackerların gözdesi. Hatta Bitcoin dışında, kolayca transferlerin izini kaybettirmeye imkan tanıyan başka dijital para birimleri de çıktı.

Eğer tanımadığınız birinden Bitcoin alacaksanız bu kişinin Bitcoin’leri nereden edindiğini bilme ihtimaliniz yoktur. Birinin bilgisayarını hackleyerek çalmış, birinin verilerini fidye yazılımı kullanarak şifreleyip kazanmış, çeşitli kamera/router/modem cihazına zararlı yazılım yerleştirerek işlemci gücüyle elde etmiş, DeepWeb üzerinde çalıntı gizli veriler veya uyuşturucu satarak kazanmış olabilir. Bu kişi Bitcoin’leri size satarken “Bitcoin Laundry” yöntemleriyle kendini gizleme gereği de duymayacağı için, belki bugün olmasa da ileride legal bir problemle karşılaşmak mümkün. Terörün finansmanı, kara para aklama, vergi kaçırma, nitelikli yağma gibi suçlar nasıl geleneksel para birimlerini kapsıyorsa, yakın gelecekte dijital para birimleri için de aktif şekilde uygulanacak. Üstelik Bitcoin’in yapısı gereği kimin ne kadarlık miktarı kime gönderdiği de şeffaflıkla takip edilebiliyor.

Bugün edineceğiniz üç beş Bitcoin, iyimser öngörülere göre gelecekte milyonlarca dolar edebilir. Diğer yandan işler o kadar iyi gitmezse, gelecekte elinizdeki Bitcoin’lerle ucuzluk marketinden yarım kilo kıyma bile alamama ihtimaliniz var. Elimizde sadece yakışıklı öngörüler var. Kimse gerçekte neler olacağını bilmiyor.

Epeyi irdeledik sayılır. Ama bu daha başlangıç. Daha alınacak bir sürü karar var. Dijital para birimlerini üretirken karşılaşılan enerji maliyeti, zorluk seviyesi arttıkça satın alınan donanımların verimliliğini kaybetmesi, piyasanın volatil yapısından ötürü %40’a varabilen değer kayıpları, günlük alım/satım yapanların panik satışları gibi güvenlik dışında daha çokça konu var. Şimdilik bunları bir başka yazıya bırakalım.

Tebrikler! Bu sularda yüzmeyi planlıyorsanız, artık “kriz” kelimesinin “fırsat” kelimesiyle aynı anlama gelmediğinin farkındasınızdır. Belki bir yerlerde kulak dolgunluğuyla “Bitcoin işine girmek lazım ya” diyenlere “Sakin ol” diyebilirsiniz. Demelisiniz de, çünkü muhtemelen babaları da 2001 krizi dönemi benzer motivasyonla borsaya girmişti. Sonucu malum…

Tamer Şahin | TerraMedusa Secure | https://terramedusa.com | https://tamersahin.com

Türkiye’de Mr. Robot Olmak

Evet o gün geldi. Kendini göstermişti, yavaş yavaş ayak sesleri duyuluyordu. Aklıma geliyordu ama onu da bu kadar kolay satamazlar demiştim. Günü gelmiş ve alıcısı hazır. Hacker kültürünün aslına olabildiğince bağlı kalınarak işlenip, hayatımızın parçası olmaya başladığı günlerden bahsediyorum.

Alıcısı hazır demiştim. Yoksa değil mi? Airbnb üzerinden ev kiralayan, Uber ile ulaşımını sağlayan, yemeğini internet üzerinden sipariş eden, akıllı telefonuyla her saniye Twitter, Facebook, Swarm, Instagram, Periscope, WhatsApp üzerinden aktivitede bulunanlar. Bu alıcılar sizlersiniz ve bedel ödemeye pek hevesli gözüküyorsunuz.

Bugüne kadar aklıma geliyordu. Acaba “başarılı bir hacker filmi veya dizisi çıkar mı?“ diye. Gördüğümüz örnekler pek iç açıcı değildi. Angeline Jolie (Hackers – 1995) gibi bir hacker düşünebiliyor musunuz? Böylesi bir görünüm ve dışa dönüklük içerisindeyken hackerlık girdabında vakit geçireceğini? Peki Hugh Jackman’ı (Swordfish – 2001) ele alalım. Böyle simetrik baklavalara sahip karın kaslarına bilgisayar başında oturularak erişilebildiğini bilmiyordum. Diğer yandan Hugh Jackman hacklerken küpler ekranda dönüyor ve şifreler kırılıyor. Ne de şiirsel…

Eski ve başarılı WarGames – 1993, Johnny Mnemonic – 1995, Ghost in The Shell – 1995 gibi örnekler klasikler kategorisinde. Düşününce belki de ilk heyecan Trinity elleri klavyede Nmap kullanırken, Matrix Reloaded – 2003 izlerken yaşanmıştır. Epeyi kişi etkilenmişti, çünkü Nmap hemen her hacker için kullanışlı bir araç.

Bu kültürü besleyen çok sayıda film yapıldı. Hatta James Bond (Skyfall – 2012), Die Hard (Live Free or Die Hard – 2007) gibi ünlü serilerde de konu yine aynı “fast food“ bilinciyle ele alındı. ABD’li yapımcıların gerçek bir “geek” ile tanışması epeyi uzun sürdü diyebiliriz. Mr. Robot 27 Mayıs 2015 tarihinde ilk bölümüyle yayınlandığında herkes “evet işte bu farklı” diye düşündü. Haklıydılar, farklıydı. Hacker profilinin anlatımı, karakterlerin derinliği ve aralarındaki ilişkiler başarılı şekilde işleniyordu. Bunda dizinin baş karakteri Rami Malek’in oyunculuğunun da büyük etkisi var.

Hayaller güzel, inanması zevkli. Peki biraz gerçek hayata dönelim. Türkiye’de yaşayan bir Mr. Robot düşünün. Hayallerdeki gibi, senaryo mürekkebine bulanmış gibi mi gözükürdü? Elbette bu dizi bir kurgu ve şüphesiz bugüne kadar gördüğümüz gerçeğine en yakını ama mükemmel değil.

“Dini ve etnik gruplar arası uyum”

Keskin ırkçı ve dini ayrımlara malesef dünyanın her yerinde var. İnsanlar nerede doğacaklarını seçemezler. Bu yapamayacakları seçimler, derisinin rengi, dini yüzünden farklı muamele gören çok sayıda insan var. Dizide müslüman, zenci gibi farklı dini, etnik gruplardan kişilerin bir arada çalıştığı görülüyor. Peki bir hacker grubu düşünün, herkes farklı din ve siyasi görüşten. Örneğin muhafazakar hackerlar ile sol görüşlü hackerların beraber bir yerleri hackledikleri. Bu konuda hoşgörünün pek uğramadığı ülkemizde bunun gerçekleşebilmesi biraz zor gözüküyor.

Çoğunlukla, henüz aynı masada konuşarak dahi anlaşamayacak insanların siber bir hack grubu kurması günümüz Türkiye’sinde halen bilim kurgu. ABD’yi de ele alsak manzara değişmiyor. Elini cüzdanına attığı için polis memurları tarafından vurulan, elindeki oyuncak silahla cadde ortasında öldürülen siyahi bir gencin gönlünü diziye siyahi hacker koyarak alamazsınız. Bu en hafif tabirle mide bulandırıcı.

“Fsociety üyelerinin birbirine bağlılığı”

Fsociety isimli gizli bir hacker grubu olayların odağında. Burada Anonymous’a atıfta bulunulduğu kullanılan simgelerden, eylemlerden belli oluyor. Fsociety üyeleri birbirlerine oldukça bağlı şekilde uyumla çalışıyorlar. Dizinin kurgusu gereği fiziksel olarakta birlikte vakit geçiriyorlar. Fakat gerçek yaşamda bu iletişimin tamamı internet üzerinden gerçekleştirilir. Diğer yandan dizideki gibi romantik bir bağlılık beklemekse biraz hayal. Anonymous yöneticilerinden Sabu takma adlı Hector Monsegur Anonymous grubunun kurucularındandı. ABD gizli servisi tarafından yakalandığında devlet ile gizli bir anlaşma yaptı. Deşifre olmadan aylarca diğer Anonymous üyelerinden bilgi sızdırarak yetkililerle paylaştı.

Elbette bunun diyeti olarak Sabu pek bir cezayla karşı karşıya kalmadı ve halen özgürlüğünün tadını çıkarıyor. Her canlı söz konusu olan kendi yaşamı olduğunda hayatta kalmak için herşeyi yapıyor. Buna bazen diğerlerini harcamakta dahil.

“Yeterince dijital, asla tam değil”

Alışkanlıklarına bağlı bir milletiz. Her ne kadar dijital ekosisteme ayak uydurmaya çalışsakta yine de bürokrasi paçamızdan tutmuş bir biçimde peşimizi bırakmıyor. Bu sadece devlette değil sosyal alanda, alışkanlıklarımızda da görülüyor.

Örneğin her ne kadar seçimlerde oylar elektronik olarak SEÇSİS adında kapalı devre bir ağda işlenerek sayılsa da bu yeterli olmuyor. Hala kabine girip Cumhuriyet ile yaşıt mürekkep+damga ikilisini kullanarak tercihimizi yapıyoruz. Bu oylar SEÇSİS tarafından sayılmanın yanı sıra tutanaklar bütün partilere gönderiliyor ve onlar da kendi bilgisayar sistemlerini kullanarak bu rakamları tekrar sayıyorlar.

Söz konusu bu güvensizlik dışında hala her alanda dijital dönüşümü sindiremeyen, bizde de var demek için yapılan hizmetler görebiliyoruz. Bir firmanın e-posta atıp “muhasebe mutabakat mektubunu” faks ile gönderilmesini istemesi halen olağan bir durum. Bu şartlarda hackleyerek ülkeyi veya dünyayı değiştirmenin bazen bit ve bytelar ile oynarak olamayacağını kabul etmek gerek. Dijital dönüşüm önemli ve hızla gerçekleşiyor olabilir ama henüz “o kadar” değil…

“Elliot ve antisosyal kişilik bozukluğu”

Ana karakter bir hackerın sosyal zekasını nasıl dışa vuramadığını çok iyi hissettiriyor. Diğer insanlarla yaşadığı uyumsuzluğun gözler önüne serilmesi önemli. Aslında belki de bu atmosferi yaratan ve diziyi sırtlayan o tavırların sahibi olan oyuncu.

Tüm bunlara rağmen iş böylesi antisosyal birinin Sosyal Mühendislik yapması sırıtıyor. Elliot’ın insanları manipüle ederek yönlendirebilecek yeteneklerinin olamayacağı açık. Yine de dizide Elliot’ın bu gibi konuları başardığını görüyoruz. Bir hacker grubunda yapılacak görev dağılımında Sosyal Mühendislik konusunda Elliot’ın en güçlü aday olamayacağı her halinden anlaşılıyor.

“Veri imha etmek”

Başınızı derde sokmuş olabilirsiniz ama bundan sıyrılmak imkansız değil. Kriminal lügatta dendiği gibi “ceset yoksa cinayette yoktur”. Arkanızda ceset bırakmak istemiyorsanız ondan nasıl kurtulacağınızı iyi bilmeniz gerekir.

Dizinin sezon finalinde hard diskler bilgileri imha etmek için önce matkapla deliniyor, sonra da yakılıyordu. Elbette adli bilişim ile ilgilenenler veya konuda haberdar olanlar bunun kesin bir yok etme biçimi olmadığının farkındadır.

Bundan neredeyse 15 yıl önce İstanbul’da basılan bir hücre evinde, bir terör örgütüne ait ele geçirilen hard disklerin üzerinde mermi izleri bulunmuştu. Teröristler ele geçirileceğini anladıktan sonra bilgisayarlara ateş ederek bilgileri yok etmeye çalışmıştı. Bu diskler alındı ve yetenekli birilerinin ellerinde byte byte işlenerek bilgiler kurtarıldı. Tamamı olmasa da fiziksel olarak hasar görmeyen kısımlardan bazı dosyalara ulaşılabildi. Gelişen teknikler sayesinde artık özellikle ısı ve yanma sonucu oluşacak veri kaybı da zor bir ihtimal.

Eğer veriler silinecekse, farklı algoritmalar yardımıyla ancak doğru şekilde yazılımsal olarak “wipe” edilerek ulaşılamaz hale getirilebilir.

“Ulusal güvenlik ve vatandaşlık”

Dizide farklı milliyetten kişiler, çok kritik şirketlerin üst yöneticisi olarak çalışıyor. Çoğu teknoloji şirketinde bu bir gerçek ama eğer çok kritik devlet kurumlarıyla çalışıyorsanız böyle bir seçiminiz olamıyor.

Bir an için bir devletin yabancı uyruklu birinden hizmet almasını unutalım, sadece devlet kullanımı için hazırlanan bir yazılımın tanıtımını ele alalım. Örneğin ABD’de bazı düzenlenen etkinliklerde gizli servisler veya özel istihbarat birimleri için üretilen donanım, yazılımlar hakkında bilgi vermeden önce ABD vatandaşı olup olmadığınızı sorabilirler.

Diğer sihirli şirketler ise Lockheed Martin, Airbus, Boeing gibi firmalar. Bu gibi kritik sektörlerdeki firmalar da yine aynı şekilde paranoyaklık seviyesinde büyük gizlilikle çalışıyorlar. Biz ise daha çok konfor alanındayız. Neyse ki bu tarz ileri teknolojiler üretmek yerine sadece “bazılarını” satın alıp kullandığımız için böyle bir derdimiz yok.

“Açık kaynak ve profesyonel iş yaşamı”

Allsafe CEO’su açık kaynak kodlu ve Mozilla tarafından hazırlanan Thunderbird e-posta yazılımı kullanıyor. Bu yaklaşım aslında yurtdışında sıkça rastlanan bir olay. macOS’un gittikçe hantallaşarak aşırı gereksiz özelliklere bürünmesi. Mahremiyeti ikinci plana atması. Windows’un son versiyonundan sonra 7 ve 8 ile de kullanıcılara ait verilere göz dikmesi. Bunlar sayesinde, gerçek profesyoneller ve mahremiyetine önem verenler için açık kaynak her zamankinden daha iyi bir seçim haline geldi.

Bizde durum biraz farklı. Halen profesyonel yaşamda Outlook kullanımından vazgeçilmiyor. Uzaktan dahi istismar edilebilecek çok sayıda güvenlik açığına rağmen insanların alışkanlıklarından vazgeçememesi meselenin en zor kısmı.

“Cihazlara değil insanlara yatırım yapılması”

Türkiye’de halen şirketler/devlet kurumları ağının önüne koyacağı bir Firewall kutusu, az ileride bir WAF veya IPS ile tamamıyla güvende olacağını zanneden bilgi işlem yöneticileri, hatta CTO’lara sahip. Dizide belki de en önemli şeylerden biri cihazlara değil insanlara yatırım yapıldığının hissettirilmesi. Konuların ele alınışından, iş ortamına kadar bu izleyiciye hissettiriliyor.

Öyle ya. Aksi halde bir teknoloji üreticisi, yani o kutuları üreten değil, bizim gibi satın alıp kullanan tarafta kalınıyor. Hoşunuza gitmedi mi? Bugünün en önemli meselesi bu, teknolojide dışa bağımlılık.

“Güzel dişiler”

Hackerlar karanlık odalarında sessizliği yırtan tuş sesleri arasında çalışırken yalnız olurlar. Bu yalnızlık sadece o anı simgelemez. Yaşamlarının geneline yayılan bir yalnızlıktır. Geek olma dönemini atlatamamış bir hacker, eğlenceli partiler veya güzel kızlarla vakit geçiremez. Hem antisosyal duruşu, hem de ait olduğu ekosistemin kodları buna izin vermez. Dış dünyayı hep “diğerlerine” göre düşünür. Onun oyun alanı bir ve sıfırların başladığı alandır.

Elliot’ın etrafında dolaşan kızlar dizinin sunduğu zoraki bir kurgu gibi. İşlenen gay ve lezbiyen ilişkiler için de bu kurgunun “zorunlu hoşgörü” hali diyebiliriz. Bir hacker için geek olma dönemi, kızamık benzeri bir çocukluk hastalığı olarak tanımlanabilir. Bir süre bunu yaşayabilirsiniz. Kısa süre sonra üzerinizden atıp kalabalığa karışmazsanız, parçanız oluverir.

Tamer Şahin | TerraMedusa Secure | https://terramedusa.com | https://tamersahin.com